Gerek nebiler ve veliler gerekse tarihçiler hikayeler eşliğinde olayları anlatarak, dinleyici ve okuyucuların kıssadan hisse almasına vesile olmuşlardır.
Burada önemli olan, insanların davranışlarını istikamet üzerine düzeltmeleri olduğundan, kıssanın tarihi gerçeklikle ne kadar ilgisi olduğu pek de önemli değildir.
Madem ki hal böyle, o zaman bu hafta Mısır Kraliçesi Kleopatra’nın efsanevi hikayesini anlatalım.
Romalılar, Mısır’ı aldıklarında, Roma’da Sezar hükümdardı. Hani şu yerinden ayrılırken, “Sen de mi Brütüs?” diyen meşhur Sezar.
Bu dönemde Roma ile Mısır’ın birleşerek dünyayı yönetme hayalleri, büyük bir aşkın kıvılcımını çakmıştır.
İşte bu büyük aşk yani Kleopatra ile Sezar’ın aşkları da herkesin malumudur.
İki büyük devletin orta noktası sayılabilecek yerde ikisinin buluşmalarıyla ünlü Antalya’daki Kleopatra sahili, Marmaris’teki Kleopatra adası, Tarsus’un giriş kapısı olan Kleopatra kapısı ise bu büyük aşkın mirası olarak bize kalmış tarihi zenginliklerimizdir.
Uzun lafın kısası, ikisi evleniyorlar ve bir zaman sonra da bir bebek beklemeye başlıyorlar. Ancak doğum esnasında işler biraz ters gidiyor ve normal doğumun gerçekleşmesi mümkün olmuyor.
Bebeğin bu şekilde ölü doğacağı anlaşılınca da o zamanki şartlarda olağanüstü bir yola başvuruyorlar ve Kleopatra’nın karnını keserek bebeği kurtarmaya çalışıyorlar.
Çabalar başarılı oluyor, bebek yaşıyor ve bebeğin adı olarak da “Sezar’ın oğlu” anlamına gelen Sezaryen ismini (Cesarion) koyuyorlar.
Başvurulan doğum yöntemine de çocuğun adını verip, Sezaryen doğum diyorlar.
***
Gelelim kıssanın hissesine…
Bilindiği üzere 7 Haziran seçimleri sonucunda ortaya çıkan tablo ile ülkücüler artık iktidarın değişme ihtimalinin ne kadar yüksek olduğunu gördüler.
Uzun yıllardır sabırla beklenen ızdırabın artık sona ermekte olduğu, yapılacak doğru hamleler ile MHP’nin iktidarının pek yakın olduğu düşünülmüştü.
Ancak yapılan yanlış hamleler ile MHP’nin oyu, 1 Kasım seçimlerinde tepetaklak olunca MHP’nin iktidarının alışıldık söylemlerle ve tutumlarla, olağan-normal yollarla doğmayacağı yönündeki ülkücülerin kanaati de netleşti.
Bunun üzerine Meral Akşener Hanımefendi’nin bir nevi önderliğini yaptığı bir olağanüstü yolun-kongrenin kararı alındı.
Şimdi MHP’de aylardır süren bir süreç yaşanıyor.
Bu süreç esnasında genel merkezin takındığı tavır dolayısıyla yaşananları kime anlatsak “böyle şey mi olur” diye gülüyorlar. Ne mantığa uygun buluyorlar, ne de MHP’nin meşhur “demokratik sabrı”na.
Durum artık o hale geldi ki, yaşanan süreci olağanüstü kongre diye tanımlamak da yetersiz oldu.
Çünkü olağanüstü kongre demek, yeterli sayıda delegenin imzası toplandığı takdirde vaktinden önce yapılan kongre demektir.
Ancak bu şartlar sağlandığı halde kongrenin yapılmak istenmemesi ve bu duruma olağanüstünün de üstünde bir çaba ile Meral Akşener Hanımefendi’nin direnmesi aklımıza işte yukarıdaki hikayeyi getirdi.
Amaç masum bir çocuğun diğer bir deyişle MHP’nin iktidarının doğumunu gerçekleştirmek, başvurulan yöntem bu bebeğin ölü doğmasını önlemek kadar kutsal olunca; uygulanan bu yöntem de yeni bir ismi hakedecek gibi duruyor.
Yaşanan süreçte il ve ilçe teşkilatlarının kapatılması sonrası yaşanan hasarın tamiri için bölge ziyaretlerini sürdüren Meral Hanım’ın toplantıları seçim mitinglerinden farksız bir hal aldı.
İnsanlar akşam haberlerinde; Sayın “Meral Akşener acaba bugün ne söyledi?” demeye başladılar.
MHP’nin kongre süreci, Türk siyasetinde ilklerin yaşanmasına vesile oldu.
Meral Akşener Hanımefendi eğer bu sürecin sonucunda, bu çocuğun hayatta kalmasını başarır ise; ilklerin yaşandığı bu kongre sürecine bir isim koymanın da yeridir diye düşünüyorum.
Bu sıradışı kongreye koyulabilecek en uygun isim de, herhalde olsa olsa “Meralyen Kongre” olur.
bu şartlarda ha bahçeliye oy vermişim ha kılıçdaroğluna ha demirtaşa ha akepeye,havuz medyası gibi havuz siyaseti var.tek tehlike meral akşener idi.ona da darbe öncesi cemaatçi yaftasını attılar ardından darbe sonrası karalamalar devam etti.halkın gözünde itibar kaybına uğraştılar.kendi seçmenleri gibi sandılar herhalde düşük ıq